Saklananlar ve Söylenenler: Türk Romanında LGBT Kimliklerin Yol İzleri (Remzi ALTUNPOLAT)

Edebiyat tarihçileri, tarihin en eski yazılı destanı Gılgamış’ın, aynı zamanda hemcinsler arasında aşk ve arzuyu “erkek dostluğu” çerçevesinde ele alan ilk metin olduğunu söylerler. Destanın kahramanları Gılgamış ve Enkidu arasında açıkça cinsel yakınlaşmaya dair tasvirler yoksa da duygusal bir bağlanmanın varlığına dair göndermeler bulunmaktadır. Kadim Yunan’ın büyük ozanı Homeros’un Batı edebiyatının temel kaynakları sayılan İlyada ve Odysseia Destanları’nda tanrılar tanrısı Zeus’un ve Apollon’un “oğlanlarla” yaşadığı aşklara yer verilmekte; Akhilleus ile Patroklos arasındaki aşk yine erkek dostluğu teması etrafında işlenmektedir.

Modern romanın Cervantes’le başladığı kabul edilirse roman türünde eşcinselliğe ve hâkim normun sapkın olarak kodladığı cinsel pratiklerle ilgili temsillere 18. Yüzyıldan itibaren rastlanacaktır. John Cleland’ın Fanny Hill: Bir Kadının Zevk Anıları (1749) eşcinsel ilişki tasvirleri içermesi nedeniyle yasaklanan ilk yapıt olmuştur. Yüzyılın sonlarına doğru Marquis de Sade’ın her türlü cinsel arzu ve pratiği kaleme döktüğü başyapıtı Sodom’un 120 Günü (1782) ise yayınlanmak için 1904 yılını bekleyecektir.

Romanda eşcinsellik temasının canlanması ise 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında gerçekleşecektir. Oscar Wilde’ın satır aralarında ve simgelerle eşcinselliği işaret ettiği Dorian Gray’in Portresi (1891) ile yazarının halen kim olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte Wilde’a ait olduğu tahmin edilen, bu kez açıkça erkekler arası eşcinsel aşkı anlatan Teleny (1893) modern eşcinsel edebiyatının oluşumunda öncü rol oynayacaklardır. Ardından Brezilyalı yazar Adolfo Caminha’nın Merhamet Sokağı (1895), Rus yazar Mikhail Kuzmin’in Wings (1906), ABD’li yazar Edward Prime-Stevenson’ın Imre: A Memorandum (1906), Marcel Proust’un modern edebiyatın doruklarından Kayıp Zamanın İzinde (1913-1927), Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm (1913), E. M. Forster’in ölümünden çok sonra ancak 1970’de yayınlanan Maurice (1914) adlı eserleri erkek eşcinselliğini odağına alan ilk romanlar olarak edebiyat tarihlerindeki yerlerini alacaklardır. 1928 yılında yayınlanan ve yasaklanan Radclyffe Hall’ün The Well of Loneliness’i ise lezbiyen aşkın açıkça anlatıldığı ilk romandır.

Türk Edebiyatı’nda eşcinselliğin arkeolojisine girişildiğindeyse karşımıza çıkan genellikle erkek eşcinselliğidir. Gerek Divan Edebiyatı’nda gerek Halk Edebiyatı’nda erkekler arası arzu ve aşkın izleri sürülebilir. Divan şiirinde genç erkeklere duyulan tutku üstü örtülü bir biçimde dile getirilse de 18. yüzyıl Divan şairlerinden Enderûnlu Fazıl’ın farklı milletlerden oğlanları tasvir ettiği ve kösnül duygularını yansıtmaktan çekinmediği Hûbân-nâme (Güzel Oğlanlar Kitabı) adlı mesnevisi eşcinsel edebiyatın başyapıtlarından sayılabilecek düzeydedir. 17. Yüzyılda Hamamcılar Kethüdası Derviş İsmail’in kaleme aldığı Dellâkname-i Dilküşâ (Gönüller Açan Tellâklar Kitabı) Osmanlı’da eşcinsel metinler denildiğinde ilk akla gelen eserlerden birisidir. Halk edebiyatında ise, Köroğlu Destanı bir erkeğin başka erkeklere duyduğu aşkı anlatan ama Köroğlu hâkim erkeklik kurgusunun timsali sayıldığından olsa gerek suskunla geçiştirilen en önemli eserlerden birisidir. Destan’da Köroğlu’nun âşık olduğu gençler ve onları kaçırışı hikâye edilmektedir.

Modern Türk edebiyatında eşcinsel ilişkilerin anlatıldığı ilk eserler, farklı düşüncelerin Türkiye’de ilk kez kapsamlı biçimde tartışıldığı II. Meşrutiyet devresinde verilmiştir. Maddecilik, sosyalizm, anarşizm ve nihilizme dair yazdığı eserlerle bilinen Baha Tevfik’in erkek eşcinselliğine dair Ah Bu Sevdâ (1910) Aşk Hodbini (1910) adlı öyküleri ile adı edebiyatımızın ilk psikolojik romanına çıkmış Eylûl’ün yazarı Mehmet Rauf’un lezbiyen ilişki sahnelerine yer verdiği Bir Zambak Hikâyesi (1910) adını taşıyan kısa romanı öncü yapıtlardır.

Bu öncülerin devamı gelmez. Cumhuriyet devri, LGBT kimliklerin edebiyattaki temsilleri bakımından uzun bir suskunluk dönemidir. “Sokağın anahtarının elinde olduğu söylenen” Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ya da Proust’un izinde geçmiş zamanın peşine düşen Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserlerinde yazarlarının eşcinsel eğilimlerine rağmen eşcinselliğe dair herhangi bir imaya rastlamak güçtür. Bugün artık eşcinsel olduğu bilinir, söylenebilir hale gelmiş olan Sait Faik’in öykülerinde- özellikle Alemdağda Var Bir Yılan (1953)’daki öyküler – yahut Nahit Sırrı Örik’in Tersine Giden Yol (1948) ve Sultan Hamid Düşerken ( 1957) romanlarında eşcinselliğe yapılan göndermeler belli-belirsiz, altan alta kendini hissettirmektedir.

Osmanlı tarihindeki eşcinsel pratikleri anlatmaktan çekinmemiş “tarihi sevdiren adam” Reşat Ekrem Koçu’nun Erkek Kızlar (1962) ve Kösem Sultan (1972) adlı tarihsel romanlarında doğrudan eşcinsellik, oğlancılık ve transvestizm temalarına yer vermemişse de bu temalar etrafında dolanır.

Tezli tarih romanı denilince akla ilk gelecek isimlerden biri olan ve yapıtlarında kaba cinselliğe geniş yer veren Kemal Tahir, Osmanlı toplum yapısının Batı’dan bütünüyle farklı olduğunu ortaya koyma çabasıyla kaleme aldığı Devlet Ana (1967)’da eşcinsellik hayvanilikle, fiziksel saldırganlıkla, ahlâksızlıkla, kötücüllükle eşleştirilir. Ve tabi ki Türk’lerde oğlancılığın olmadığının altı çizilerek, eşcinselliğin “bize” değil “gâvura”, “yabana”, “yabancıya” ait bir musibet olduğu Milli Genesis’in başat unsuru haline getirilir.

Eşcinselliğin olumsuz ve karikatürize biçimde ele alındığı bir başka yapıt ise gazeteci Necmi Onur’un kaleme aldığı Kör Sait’in Oğlu (1981)’dur. 12 Eylül rejiminin yaşandığı günlerde dönemin ünlü bir politikacısı, hatta önde gelen devlet elitlerinden birini hedef tahtasına koyan roman yayınlanır yayınlanmaz toplatılır.

Eşcinselliğin, transeksüalitenin ve sistemin sapkın ya da anormal olarak kodladığı cinsel kimliklerin Türk romanında bağımsız bir tema olarak gündeme gelmesi 1980’lerde başlayacaktır. Hangi Seks (1976)’deki denemelerinde cinsel sapmalar üzerine kalem oynatan Attila İlhan Fena Halde Leman (1980) ve Haco Hanım Vay (1984) romanlarında sapma olarak kodladığı cinsiyet hallerini masaya yatırır. Kemal Tahir kadar şematik olmasa da Attila İlhan’ın derdi de bu tür eğilimlerin sınırlı marjinal bir çevrede yaşanan Türk toplumuna “yabancı” fenomenler olduğudur.

İlk kitabı Son İstanbul (1985)’dan başlayarak öykülerinde eşcinselliği, geçişken, değişken ve sınırları ihlal eden cinsel kimlikleri anlatan Murathan Mungan bu izleği Üç Aynalı Kırk Oda (1999) adlı çok katmanlı romanıyla yeni bir evreye ulaştıracaktır.

Aynı yıllarda eşcinselliğe dair ilk kapsamlı çalışma olan Türkiye'de Eşcinsellik (Dün, Bugün)’i kaleme almış Arslan Yüzgün’ün Mavi Hüviyetli Kadınlar (1987)’da topladığı öyküleri ise edebi değerinden çok belli bir tarihsel uğrakta yayınlanmış olması dolayısıyla zikredilebilir.

Hülya Serap Doğaner’in Leyla ile Şirin (1992) adlı romanı Türk edebiyatında iki kadının birbirine duyduğu aşkı adını koyarak anlatan ilk roman olacaktır. Transların ana karakter olduğu romanlar içinse 2000’leri beklemek gerekecektir. Sibel Torunoğlu’nun Travesti Pinokyo (2002) adlı romanı ve Mehmet Murat Somer’in 2003’den bu yana yayınladığı başkahramanı travesti dedektif Burçak Veral olan Hop-Çiki-Yaya Polisiyesileri serisi (Jigolo Cinayeti, Peygamber Cinayetleri, Buse Cinayeti, Ajda’nın Elmasları, Kaderin Peşinde, Peruklu Cinayetler Huzur Cinayetleri) özellikle anılmaya değer yapıtlar.

1990’lar edebiyatımızın iki doruk isminin, Bilge Karasu’nun Kılavuz (1990), Selim İleri’nin ise Cemil Şevket Bey - Aynalı Dolaba İki El Revolver (1997) ile eşcinselliği merkeze alan ürünler verdiği yıllar. İleri, Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin’de eşcinsellik temasını sürdürecek soprano Handan Sarp ile terzi yamağı bir kızın hüzünlü aşkını anlattığı Yarın Yapayalnız (2004)’la bir başyapıta imza atacaktır.

2000’lerde ise Türk edebiyatında LGBT kimliğini öne alan yahut LGBT temalı kitaplarında romanların sayısında artış yaşanacaktır. Romanlarından hep kadınların hikâyelerini anlatan Duygu Asena son romanı Paramparça (2004)’da yönünü iki erkek arasındaki aşka çevirecek; Perihan Mağden, daha sonra beyaz perdeye uyarlanan İki Genç Kızın Romanı (2002)’nın ardından bir üçüncü sayfa haberinden yola çıkarak okuyucuyla buluşturduğu Ali ile Ramazan ( 2010) romanı hayli ses getirecektir. Çok satan kitapların yazarı Ayşe Kulin’in Gizli Anların Yolcusu (2011) ve onun devamı niteliğindeki Bora’nın Kitabı (2012), sathi biçimde stereotip eşcinsel kurgusu üzerinden eşcinselliği anlatmaya çalışan yine çok satma niyetiyle yazılmış bir roman olmaktan öteye gidemeyecektir.

Tarihten saklananların hikâyelerini dolaptan çıkartacak güçlü yapıtlara, Türk edebiyat tarihini Kuir süzgecinden geçirecek tecessüs sahibi kalemlere, insanın cinsel varoluşunu bütün çeşitliliği ve çoğulluğu ile ele alacak zengin metinlerin sayısının artmasının gerektiği ise muhakkak.

0 yorum:

Yorum Gönder